Yeni Sinsiyet’e Karşı: “Sorular, sorular, sorular...”
(11 Kasım 2011)
- 2005’ten
bugüne, Enver Ercan ve kurduğu oligarşik düzen, hangi edebiyat
yarışmalarına hangi jüri üyelerini seçiyor? Yarışmaları
düzenlenleyen kurumlar ya da “aileler” ile Enver Ercan’ın arasındaki
bağlayıcı ilişkiler (hukuk) nasıldır? Edebiyat yarışmalarında
“Jüri Üyeliği” hizmeti karşılığında alınan bir bedel var mıdır?
İşin içindeki/amacındaki paranın meblağı ne kadar? Bir
yazar/şair, jüri üyeliği müessesesinde jürilik yaparak ya da
yarışma organizasyonlarında yer alarak bir senede ne kadar bir
yekün kazanır, nerelere turistik geziler gerçekleştirebilir?
Anadolu’daki bir ilimizde (lafın gelişi olarak, örneğin
Kastamonu’da) gerçekleştirilen bir edebiyat etkinliğinin
bütçesi nasıl belirleniyor? Mevcut yekünü ve “gezi hakkını” kazanmak
için -diğer mesleklerle karşılaştırıldığında- “yoğun ve yorucu
çalışmak” gerekiyor mu? Jüri üyeleri, yarışmalara katılan
eserleri -gerçekten- okuyorlar mı, -gerçekten-
değerlendiriyorlar mı? Türk Edebiyat Tarihi, sözkonusu jüri
oligarşisinin -kolaylıkla- kazandığı bazı menfaatler
neticesinde özünü nasıl kaybediyor, Türk Edebiyat Tarihi’nin özü nasıl,
kimler tarafından değiştirilmek isteniyor?
- Enver
Ercan’dan önce Varlık Dergisi’nin editörü kimdi? Enver Ercan,
Varlık Dergisi’ne nasıl editör oldu? Varlık Dergisi’ne şiir
gönderen genç yazar ve şairlere hangi “keramet”leri öğütledi, öğütlüyor?
Bir yayın koordinatörü olarak Enver Ercan’ın, Varlık’a eser
gönderenlere karşı tavrı nasıldır? Yaşar Nabi Nayır’ın kızı
Filiz Nayır Deniztekin’in Varlık Dergisi’ndeki yönetsel konumu,
tavrı ve söylemleri nasıldır?
- Doğan
Hızlan ile Enver Ercan arasındaki bağın geçmişi nasıldır?
Enver Ercan, Hürriyet Pazarlama’da “pazarlama elemanı” olarak
çalışırken Doğan Hızlan’ın Hürriyet’teki pozisyonu/görevi neydi? Enver
Ercan’ın elinden kim, nasıl tuttu? Enver Ercan’ı bir “kurtarıcı”
olarak Varlık Dergisi’ne “kim”, “nasıl” yöneltti? Sözde
kurtarılmış bir Varlık Dergisi’nin bugünkü yazar-şair
tipolojisi ve edebiyat yayıncılığı tavrı nasıldır?
- İzmir’den endam göstermeye çalışan bazı şiir heveslilerinin Varlık Dergisi ile ilişkileri nasıldır?
- Hangi
siyasal parti, 10-15 yıl boyunca, Varlık Dergisi’nin
baş/lokomotif abonesiydi? Varlık Dergisi hangi siyasal partiden
“abonelik”le destekleniyordu? Söz konusu siyasal partiyle taban tabana
ters olan başka bir ideolojinin mutat yayın organı neden
Varlık’a reklâm verir? Bu karşıtlıkta ve çelişkide neler
gizlidir? Bu çelişkinin beslediği bir “Yayıncılık İstismarı”
atmosferi, “karakter aşınması” var mıdır?
- Son
2-3 senedir Varlık Dergisi ile Zaman Kitap Eki arasındaki
metinsel ve içeriksel ilişki nasıldır? Varlık Dergisi, içinde
bulunduğumuz dönemin yozlaşı retoriğine nasıl kanalize oldu? Zaman
Gazetesi, Varlık Dergisi’ne neden reklâm verir?
- 2000-2010
yılları arasında Varlık Dergisi oligarşisinde editör,
düzeltmen, çevirmen ve koordinatör (junior seviyesinde birer
edebiyat kâhyası) olarak çalışan şiir heveslileri kimlerdir? Zamanında
kimlerden, hangi ödülleri almışlar? Edebiyat çevresinde hangi
retoriği yaygınlaştırmakla görevlilerdi?
- Varlık
Dergisi -sözde- “tarihsel önem”ine nasıl sahip oldu? 1940-1965
arası düşünüldüğünde “Dost”, “Yeditepe”, “Yeni Ufuklar”,
“Yenilik”, “Seçilmiş Hikâyeler” ve “Türk Dili” gibi dergiler ile Varlık
Dergisi arasındaki temel farklılık nedir? Tarihteki hangi
statükocu oligarşi, Varlık Dergisi’ni nasıl desteklemiştir ve
yönetmiştir? Varlık, mevcut statükocu tavrını hangi
enstrümanlar aracılığıyla devam ettirmeye çalışmaktadır?
- Yaşar
Nabi Nayır, bir editör ve yayıncı olarak hakikaten “çok
önemli” miydi? Yeditepe Dergisi’nin editörü Hüsamettin Bozok ve
çevresi hangi enstrümanlarla nasıl etkisizleştirilmiştir,
unutturulmuştur?
- Komşu
Yayınları’ndan çıkan ve sonrasında kapanan “Eşik Cini”
dergisinin oligarşik çizgisi neydi? Nalan Barbarosoğlu kimdir?
Kimlerden “danışmanlık” desteği aldı? Barbarosoğlu, hangi edebiyat
yarışmalarında jüri olmuş, oluyor?
- YasakMeyve Dergisi’nde yayımlanan şiirleri kim, nasıl seçiyor?
- Geçmişte,
2000’li yılların ortasında İstanbul Uluslararası Tüyap Kitap
Fuarı’na onur yazarı olarak seçilen ve “Tüyap Kitap Fuarı Onur
Yazarlığı” kurumunu anlamsızlaştıran, içsizleştiren “köşe yazarı”
kimdir? İtibarsızlaştırma yönündeki seçim bilerek mi yapılmıştır, bu
seçimin içinde siyasal bir yönlendirme ya da erk uzantısı olmuş
mudur?
- Enver
Ercan ve Faruk Şüyun, 90’lı yılların başında Kadıköy Gençlik
Kitabevi’nde hangi etkinlikleri düzenlediler?
- Feridun Andaç’ın bugünlerdeki duruşu, verdiği pozlar nasıldır?
- Edebiyat
Turizmi’nin mucitleri kimler? İstanbul Şiir Festivali’ni
kimler projelendirdi? Diğer festivalleri kimler, hangi kurumsal
yapı aracılığıyla destekliyor, yönetiyor? Söz konusu
etkinliklere katılacak konukları kimler, nasıl belirliyor? Yabancı
konuklar hangi söylemlerle ve vaatlerle davet ediliyor? Bu
organizasyonlara ilk kez kim onur konuğu oldu, kimler katılımcıydı? Bu
festivallerin “şiire” hakiki bir katkısı oluyor mu? Bu
festivallerin organizasyonundan nemalanan yan-müesseseler var
mı?
- Türkiye’nin
odak/konuk ülke olduğu 2008 Frankfurt Uluslararası Kitap
Fuarı’na ülkemizden katılacak yazar, şair ve yayınevlerini kim
belirledi? Yazarlar ve şairler hangi yayınevi sahipleri
tarafından nasıl puanlandı ve listelendi? 2008 Frankfurt Kitap
Fuarı’na katılan Türk Yayınevleri’nin çeviri/telif başarısızlığının
maddi boyutları nedir? Fuara harcanan bütçe heba edildi mi? Enver
Ercan, Zaman Kitap’a Frankfurt Fuarı öncesinde hangi
açıklamaları yaptı?
- Kuru/derinliksiz/içsiz
edebiyatın lideri Selim İleri, edebiyat dünyasına kimleri
soktu, hangi yöntemlerle, kimleri, nerelerde piyasalandırdı?
Selim İleri’nin piyasalandırdığı isimler hangi eserlerden,
hangi intihalleri yaptı, yapıyor?
- Zafer
Doruk’un oğlu Taner (Cin)Doruk kimdir? Hangi motivasyonla
kimlere tehditvari konuşmalar savuruyor, kimleri korkutmaya
çalışıyor? Hangi dizide oynuyor? Hangi retoriği kullanıyor? Yakın
zamanda kimden, hangi ödülü aldı? Taner (Cin)Doruk’un babası Zafer
Doruk, hangi edebiyat ödülünde jürilik yapıyor? Taner (Cin)Doruk
kimle yüzleşmekten, nasıl kaçtı?
- Yayıncılık
istismarlarının temel bileşenleri nelerdir? Hangi edebiyat
heveslileri, hangi sözde editörler tarafından nasıl yemleniyor?
Okuyucu bu durumun farkında mı? Okuyucu neler düşünüyor, neyi
okumak zorunda kalıyor?
- Küçük
İskender’in Varlık Dergisi’ndeki rolü/görevi nedir? Varlık
Dergisi ve Enver Ercan, Küçük İskender’i nasıl görüyor? Küçük
İskender’in Varlık Dergisi çevresine eklemlenmesine hangi olay neden
oldu? Hangi olaylar Küçük İskender’i hâlâ Varlık’ta
tutuyor?
- Enver Ercan’ın 70’li yıllardaki özgeçmişinde yer alan önemli ifadeler nelerdir?
- TYS
üyeliğimin askıya alınmasıyla sonuçlanan süreci (daha doğrusu
“askılama işkencesi”ni) başlatan Salih Bolat kimdir? Salih Bolat
hangi gerekçeyle benden şikayetçi oldu? TYS tarafından cezalandırılma
sürecimi Enver Ercan nasıl yönetti? Bu dilekçeyi vermesini
Salih Bolat’tan kim istedi? TYS’den bana hangi evraklar, hangi
imzalarla gönderildi? Evrakların içeriği neydi? Ben suçlamalara
nasıl karşılık verdim? TYS nasıl bir örgüttür, ne işe yarar?
Edebiyat ödüllerinde ve jüri seçiminde TYS’nın rolü nedir? TYS
üyeliğimin “askılanması” işkencesi daha ne kadar sürecek?
- TYS’nın
yeni başkanı Mustafa Köz olayların neresinde durur, ne
düşünür, nasıl durur? Kendisinin başkanlığından önceki dönemde -Enver
Ercan’ın başkan seçilişinde- Mustafa Köz’ün rolü neydi? Enver
Ercan’ın yönetimi döneminde Mustafa Köz’ün TYS’ndaki görevi
neydi?
- Enver
Ercan’ın genel başkan seçildiği 19-20 Mayıs 2007 tarihli TYS
Genel Kurulu’ndaki şaibeler nelerdi? Genel kurulun usulsüz
olduğu iddisıyla kim TYS’na dava açtı? Davanın sonucu ne oldu?
TYS’nın 2007 genel kuruluna ilişkin mahkeme kararı nasıldır? Kendisini
eleştirenlere Enver Ercan, işbu konu hakkında hangi söylemlerle
cevap verdi?
- Mevcut
TYS üyeleri, TYS’nı nasıl görüyor? TYS bir “yazarlık-şairlik
tescil merkezi” midir? TYS nasıl çalışıyor?
- “Düşle”
İnternet Platformu’nun düzenlediği bir etkinlikte Enver Ercan,
TYS için hangi acz ifadeleriyle birlikte hangi piyasalandırma
çözümlerini önerdi?
- Kadavralaşmış
yazar örgütleri var mıdır? Var ise bunların yönetim anlayışı,
savunu söylemleri nasıldır? Üyelerine ve genç yazar-şairlere
karşı davranış biçimleri nasıldır? Kadavralaşmış yazar
örgütlerinin söylemleri ile eylemleri arasındaki büyük çelişkilerin
nedenleri nelerdir? Hangi genç yazarlar hangi kadavra örgütlere
hangi çözümsel önerilerde bulundu? Bu öneriler nasıl “sümen
altı” edildi? Öneriler nasıl dışlandı?
- Başlangıçta,
Şeref Bilsel edebiyat dünyasına kendini kabul ettirmek için
hangi gazetenin kitap ekinde, ne tip yazılar yazdı? Şeref
Bilsel, edebiyat kâhyalığı ve “üleştiri” denemelerine -bugünkü retorik
arsızlığının temelini atmaya, şiir-şair değerlendirme yazıları
yazmaya- ilk kez hangi edebiyat dergisinde başladı? Bu
yazılardaki tavrı, yaklaşımı, söylemleri nelerdi? Şeref
Bilsel’i kimler destekledi?
- Şeref
Bilsel 2003 yılında yazdığı bir “değerlendirme” yazısında
Kuzey Yıldızı Edebiyat Dergisi ve yayıncıları için ne dedi,
hangi övgüleri savurdu? Aradan iki sene geçtikten sonra, 2005 yılında,
Şeref Bilsel, Kuzey Yıldızı Edebiyat Dergisi için ne dedi,
hangi sövgüleri savurdu?
- Kuzey
Yıldızı Edebiyat Dergisi, özel bir Özge Dirik sayısı
hazırladığında Şeref Bilsel, neden “Ölü edebiyatı yapıyorsunuz!” dedi?
Hangi sövgüleri savurdu?
- 2-3
yıl boyunca Özge Dirik’i ve şiirlerini çeşitli sövgülerle
dışlayan Şeref Bilsel, “Yasakmeyve” adlı derginin “Müntehir
Şairler” sayısında neden Özge Dirik hakkında yazı yazmaya gerek duydu?
Yeni Sinsiyet’in “fırsatçılık” ve “karakter aşınması” yaklaşımı
nasıldır? Enver Ercan, Şeref Bilsel’in yazısını neden
yayımladı?
- Artshop
Yayınevi tarafından, hatalarla dolu, özensiz, herhangi bir
editöryal çalışma olmaksızın ve en önemlisi de Özge Dirik’in
vasiyetini zerre kadar umursamadan basılan “Özge Dirik
Şiirleri” adlı kitabın fikir babası kimdir? Artshop Yayınevi’ne Özge
Dirik Şiirleri’ni yayımlaması yolunda kimler öneride
bulundu?
- Artshop
Yayınevi, “Özge Dirik Şiirleri” adlı kitabı yayımladıktan
sonra hangi söylemlerle ve etkinliklerle işbu kitabı
pazarlamaya çalıştı?
- Yeni
Sinsiyet’in “Biz Söylemi”ndeki retorik arsızlığı ve karakter
aşınması sistematiği nasıl çalışıyor, nasıl yaygınlaşıyor?
- Şeref Bilsel’in çelişkili ve tuhaf söylemlerinin nedenleri nelerdir?
- Cenk
Gündoğdu ya da Özcan Erdoğan benzeri tiplerin Yeni Sinsiyet
Tipolojisi’ndeki önemi ve görevi nelerdir? Cenk Gündoğdu hangi
gazetede “düzeltmen” olarak çalışıyor, bu gazetede hangi şairleri
kimlere övüyor, Gündoğdu’nun öğrenim geçmişi, dergicilik geçmişi
nasıldır, siyasi görüşü nedir? Özcan Erdoğan’ın dergicilik geçmişi
nasıldır, siyasi görüşü nedir?
- Beni savcıya kim, hangi gerekçeyle ve delillerle şikayet etti?
- Şeref
Bilsel, Cenk Gündoğdu ve Özcan Erdoğan üçlüsünün taşradaki
yazar ve şairlerle ilişkileri nasıldır? Taşradaki şiir
heveslileri hangi vaatlerle, nasıl yemleniyor?
- Şeref
Bilsel ile Baki Ayhan T. arasındaki benzerlikler nelerdir?
Yeni Sinsiyet’in paydaş/yandaş yelpazasinde (geniş meşrebinde)
hangi yayınevleri, hangi kitaplar ve antolojiler yer alıyor? Yeni
Sinsiyet’e nasıl biat edilir? Yeni Sinsiyet, hangi şiir kitaplarını
piyasalandırmaya çalışıyor? Yeni Sinsiyet’in internetteki
uzantıları kimler? Yeni Sinsiyet’in internet aktiviteleri ve
kullandığı platformlar hangileri? Özcan Erdoğan’ın internet
yayıncılığı bilgisi ve geçmişi nasıldır? İnternet’te hangi
yazar ve şairler hangi mahlasları kullanıyorlar? Kim, kimi
hangi araçlarla tehdit ediyor? Bu tehditlere ilişkin örnekler
nelerdir?
- “Baki
Ayhan T.” kimdir? Gerçek soyadı nedir? Baki Ayhan T., 80’li
yıllarda neler yaptı, 90’lı yıllarda neler yazdı, 2000’li yıllarda
neler yapıyor? Baki Ayhan T.’nin akademik hayatı ve çalışmaları
nasıldır? Edebiyat öğrencileriyle akademik paylaşımları
nasıldır?
- Şeref
Bilsel ve Baki Ayhan T. hazırladıkları şiir yıllıklarında
hangi dergilere ve isimlere yer veriyorlar? Yıllıkların
kapsamında yer alan isimlerin, dergilerin, şiirlerin ve konu
başlıklarının istatistiksel dağılımı nasıldır? Sözkonusu dağılım, hangi
oligarşik ideolojinin kavramsal ve imgesel arkaplanına hizmet
ediyor?
- Uzun
yıllar boyunca Adam Yayınları için, ardından da Yapı Kredi
Yayınları için şiir yıllığı hazırlayan M.H. Doğan’ın poetik ve
politik görüşü nasıldı? M.H. Doğan’ın vefatının ardından YKY için şiir
yıllığı hazırlamaya devam eden Baki Ayhan T.’nin poetik görüşü,
bilgisi, sezgisi nasıl? Baki Ayhan T. hangi şairleri ve
poetikayı tasfiye etmeye çalışıyor? Baki Ayhan T. ve planladığı
tasviyeye karşı hangi eylemler gerçekleştirildi? Hangi
gazetelerde hangi yazarlar ve şairler Baki Ayhan T.’ye karşı
durarak ortak metinler imzaladı? Baki Ayhan T. kendisine karşı
olan yazılara nasıl cevap vermeye çalıştı?
- “Üç
Nokta” dergisinin yayımlanış amacı nedir? “Üç Nokta” dergisi
hangi özel dosyalarla Türk Edebiyat Tarihi’nin yakın geçmişini
biçimlendirmeye (daha doğrusu değiştirmeye) çalışıyor? Üç Nokta
dergisinin “2000’li yıllar” konulu dosyasında kimler, neler yazdı?
Dergide kullanılan retoriğin özellikleri nelerdir?
- Seyhan Erözçelik, 2009 yılında beni telefonla arayarak kimin “destur”unu/sözlü uyarısını iletti? Ne dedi?
- Enis
Batur’un uzaklaştırılması sonrasında, Yapı Kredi Yayınları’nın
görüntüsü nasıldır? Şiir ve edebiyat alanında hangi cemaatvari
oligarşi, hangi masaları işgal ediyor? Yapı Kredi Yayınları,
şiir ve edebiyat alanında itibar kaybetti mi?
- “Esrariler” kimdir? Günümüzdeki uzantıları kimler, oluşturdukları “ağ” nasıl çalışır?
- “Sıcak
Nal” adlı dergiyi -gerçekte- kim yönetiyor? “Siyahi” adlı
dergiyi -gerçekte- kim yönetiyordu? Bu iki dergi hangi görüşe
hizmet ediyor?
- Haydar
Ergülen ile Elif Şafak arasındaki tipolojik benzerlikler
nelerdir? Radikal Gazetesi’ndeki köşe yazılarıyla yıldızı
parlayan Haydar Ergülen, Radikal’in ardından BirGün’de oradan da
Cumhuriyet Gazetesi’nde yazmaya nasıl başladı? Haydar Ergülen’in
Cumhuriyet Gazetesi’nden sonraki durağı neresi olacak? Haydar
Ergülen neye, nasıl hazırlanıyor?
…
Yeni
Sinsiyet Tipolojisi’ne karşı dile getirdiğim bu sorular “devede
kulak” misalidir. 2012 yılı içerisinde yayımlamak üzere yukarıdaki
soruların cevaplarını ve diğer her şeyi ihtiva eden bir yazı dizisi
(kitapçık) kaleme almaktayım. 2000’den 2011’e kadar edebiyat
ortalığında gördüğüm, duyduğum, şahit olduğum her şeyi, tüm
yaşadıklarımı, tüm duyumsadıklarımı, tüm içtenliğimle,
sahiciliğimle, teker teker isimler vererek, olaylarla, şiirlerle
ve belgelerle -acele etmeden- anlatacağım.
“İnsanlık
Tarihi” devam ettiği sürece birileri çıkacak ve böylesi sorular
sormaya, direnen yazılar yazmaya devam edecektir. Üstelik söz
konusu karşı duruşu, direnişi ve haysiyeti hiçbir menfaat gözetmeden,
aksine, karşı olduğu Yeni Sinsiyet’in melanet zevatları tarafından
yaşamına ve ailesine zarar geleceğini “bile bile”
sergileyecektir. Gelecekte kalemim, gözüm, kalbim benden alınsa
da -ki bu acz içine düşmem muhtemeldir- başka birileri her zaman
olacak; sahici edebiyat adına, hakikate uzanan kalb ile vicdan
yolu adına çıkacak ve “şiir”i savunacak: Kaleminin ucundaki
gözünü, kalbini ve vicdanını savunacak, dile getirecek. Çünkü
“haklılığın inadı” diye bir şey vardır ve bu direniş bitirildiğinde
-biterse eğer- “İnsanlık Tarihi” de (tarih de) bitmiş demektir. Ve o
günlerde -hâlâ nefes alıp verebiliyorsanız, becerebilirseniz-
kendinize “Ben bir eşya mıydım, yoksa, insan mıydım?” diye yüksek
sesle sorun. Cevap veremeyeceksiniz, kendinize…
Hatırlamayacaksınız. Cevap uydurmaya gerek de kalmamıştır:-
zaten, biraz önce dedim ya, insanlık tarihi bitmiştir ve soru
sormanın -düşünüyor olmanın- bir anlamı yoktur. Sorular dile
gelmeyecektir. Tarih de şiir de…
Dile gelmeyecektir.
Zafer Yalçınpınar
11 Kasım 2011 / İstanbul
|
Yeni Sinsiyet’e Karşı: “Okumalar, okumalar, okumalar...”
(29 Eylül 2011)
E V V E L’in sahici dostları ve sıkı takipçileri,
Yeni Sinsiyet Tipolojisi’ne ve söz konusu tipolojinin enstrümanlarına karşı verdiğimiz mücadelenin önümüzdeki dönemde (Eylül 2011-Haziran 2012) çetinleşeceği haberini, 26 Eylül 2011 tarihinde E V V E L Fanzin sayfalarından ve sosyal medya platformlarından “herkese” duyurduk. (Bkz: http://evvel.org/yerden-goge-kadar-duyurulur-basliyoruz)
Geçtiğimiz
on yılda peydahlanan yayıncılık ve edebiyat istismarlarına
-haysiyetsizliğe, hilebazlığa, fetbazlığa, liyakatsızlığa,
muhterisliğe, editör olmayan editörlere, şair olmayan şairlere, ödül
olmayan ödüllere, dergi olmayan dergilere, yayınevi olmayan
yayınevlerine- karşı çıkarak oluşturduğumuz cephede kendimizi
içeriksel, eylemsel ve hukuksal açıdan “yerden göğe kadar haklı”
gördüğümüzü, sahici edebiyatın ve sıkı şiirin savunusunda sonuna
kadar mücadele edeceğimizi açıkça bildirdik. Önümüzdeki dönemde,
Yeni Sinsiyet kavramı etrafında çeteleşenleri ve işbu çetenin
icra ettiği hileleri, sahtekârlıkları, yayıncılık istismarlarını
yaşanan olaylarla, belgelerle, sorularla, kavramlarla,
analizlerle ve hepsinden önemlisi “isimleriyle” birlikte ifşa edeceğiz.
Bugüne kadar “Yeni Sinsiyet”
üzerine yazdığım yazılarda kavramsal açıklamalara, çıkarımlara
ve mevcut kötücül ortamın bilişsel ayrıntılarına yer vererek
“Yeni Sinsiyet” başlığının çerçevesini işaret etmeye çalıştım.
Şiir-şair-editör-yayınevi ilişkilerindeki hilelerin ve
sahtekârlıkların ayrıntılarını, taraflarını, çeşitli yazışmaları,
kurumları, belgeleri ve isimleri ifşa etmeyi pek düşünmedim.
Ancak, bugünkü merhalenin geleceği biçimlendirişindeki ciddiyet,
Yeni Sinsiyet çetesinin muhterisliği ve sergilenen haysiyetsiz
tavırlar fikrimi (iyi niyetimi) değiştirdi. Önümüzdeki dönemde
tüm arkaplanıyla birlikte işbu çetenin mensuplarının isimlerini, yaşanan olayların tarihlerini, taraflarını ve belgelerini, tanıklıklarını ve tavırlarını “ateşli bir sabır” eşliğinde, üşenmeden, tek tek ifşa edeceğiz.
Söz konusu ifşaat ve içerdiği tartışmalar, tanıklıklar, ayrıntılar, analizler, belgeler -yani her şey- “DAVALI”
adını verdiğimiz E V V E L Fanzin başlığının altında derli toplu
olarak yer alacak ve gelişmeler doğrultusunda sürekli
güncellenecek. DAVALI başlığına her daim şu adresten ulaşabilirsiniz:
Yeni Sinsiyet tipolojisini, şiir ve edebiyat dünyasında yaşanan
olayları, hileleri, aktörleri, ilişkileri ve bunlara karşı 2006
yılından beri verdiğimiz mücadelenin ayrıntılarını (yani önümüzdeki
aylarda gerçekleştireceğimiz ifşaatı) doğru bir şekilde
kavrayabilmeniz ve anlamladırmanız amacıyla bazı yazıları bir
“Ön-Hazırlık” şeklinde okumanız çok faydalı olacaktır. Bu
yazıları -kronolojik olarak- aşağıda dikkatinize sunuyorum:
İLK/TEPKİSEL YAZILAR (2008-2010)
YENİ SİNSİYET ÜZERİNE KAVRAMSAL YAZILAR (2010-…)
ÖZGEÇMİŞLER (…-2011)
Haysiyetimiz ve “insan” oluşumuz, bizim en sahici gücümüzdür.
Bana (bendenize) ne olursa olsun, başıma ne gelirse gelsin E V V E L’e
duyduğunuz inancı, hakikat yolundaki kalb ve vicdan duruşunuzu “gözünüz gibi” korumanızı diliyorum.
Hepinizi hakikatin gönül ateşiyle, yani “ateşli bir sabırla” selamlıyorum.
Sahicilikle…
Zafer Yalçınpınar
29 Eylül 2011 / İstanbul
|
Yerden Göğe Kadar Duyurulur:
“Başlıyoruz!”
(26 Eylül 2011)
E V V E L’in sahici dostları ve sıkı takipçileri,
Bildiğiniz gibi 2006 yılının son aylarından beri “Yeni Sinsiyet” adını verdiğimiz bir tipolojiyle mücadele ediyoruz.
Bu mücadele zaman zaman kişisel boyutlara indirgenmişse de
aslında -parçaları/kişileri birleştirdiğinizde ve ayrıntıları
dikkatlice incelediğinizde, görürsünüz ki- hakikat, sıkı şiir ve imgelemin özgürleşmesi yolundaki bir “kalb ile vicdan”
mücadelesidir. Hangi vicdansız çeteye ve bu çetenin mutat
zevatlarına, alçaklıklara karşı olduğumuz da tüm edebiyat ve
sanat ortamınca (ortalığınca) biliniyor. Sözkonusu çetenin
menfaatleri doğrultusunda biçimlendirdiği “Antoloji”,
“Şiir Yarışması ve Edebiyat Ödülleri”, “Jüricilik”, “İçsiz ve
Temelsiz Edebiyat/Sanat Etkinlikleri”, “Yayıncılık İstismarları”,
“Turizm Faaliyetleri” ve “Üleştirmenlik”
gibi enstrümanlarıyla da mücadele içindeyiz. Her fırsatta ve
mekânda bağıra bağıra söyledik; “haysiyetsizliğe, hilebazlığa,
fetbazlığa, liyakatsızlığa, muhterisliğe, editör olmayan
editörlere, şair olmayan şairlere, ödül olmayan ödüllere, dergi
olmayan dergilere, yayınevi olmayan yayınevlerine ve bunların “Yeni
Sinsiyet” doğrultusundaki kullanımlarına, kısacası cehalete ve
cehaletin amaçladığı melanet ortamına karşıyız!” Tüm bunlara “insanlık” adına karşıyız!
“İnsandan çok eşyaya benzeyen” ve “duvar saatleri gibi ahmak”
olan bu çeteye karşı verdiğimiz mücadele, önümüzdeki dönemde
(Eylül 2011-Haziran 2012 arasında) daha da çetinleşecek. Bu
kapsamda, E V V E L Fanzin olarak gereken teknik tedbirleri
aldık. Bilgilerimizi, verilerimizi, belgelerimizi ve arşivimizi,
düzenledik, teknik becerilerimizi ve imkânlarımızı yeniledik.
Kalb ve vicdan yoluna inanmayan “yalancı dostları” ve “kifayetsiz
muhterisleri” etrafımızdan uzaklaştırdık. İçeriksel, eylemsel ve
hukuksal olarak kendimizi bu mücadelede “yerden göğe kadar haklı”
görüyoruz. Hakkımızı savunmak için de tüm varlığımızı (neyimiz,
kimimiz varsa onu) ortaya koyarak savaşacağız.
Önümüzdeki
dönemde hukuksal, kuramsal ve eylemsel olarak yeni dosyalar
açacağız, yeni sorular soracağız, herkesi şaşkınlık içinde
bırakacak ve sahte kanaatleri yıkacak ifşaatlarda bulunacağız.
Her merciiye ve mertebeye bu ifşaatları taşıyacağız, ileteceğiz,
edebiyat ortamındaki gölge oyunlarını, mevcut aktörlerin kim
olduğunu ve ne yaptıklarını teker teker, sabırla anlatacağız. Yeni
Sinsiyet Tipolojisi’nin yayıncılık dünyasında ve edebiyat
ortamında çevirdiği sahtekârlıkları, pazarlıkları, fetbazlıkları,
kirli ilişkiler ile üçkâğıtçılıkları, belgeler ve derinlemesine
yorumlar aracılığıyla ifşa edeceğiz.
Ustam Oruç Aruoba’nın şu sözleri yaşamımın ve mücadelemin şiarı olmuştur:
“Yaşamın,
seni ulaşman gereken düzeyin altında tutmağa çalışan eğilimlerle
(bu arada kendininkilerle de)savaşmakla geçecek. –Bu yüzden de,
ulaşman gereken düzeye ulaşamayacaksın; yani, başarılı olacak o
eğilimler, sonunda. Zaten, belki, istedikleri de budur:
Senin, onlarla savaşmak yüzünden, ulaşman gereken düzeyin altında kalman…
Ama savaşacaksın, gene de: sonuç her iki durumda da aynı
olmayacak mı zaten – sen, zaten, ulaşman gereken düzeyin altında
kalmayacak mısın ki? –Ama, savaşırsan, en azından (nereye
gelebilirsen) geldiğin düzeye savaşarak gelmiş olacaksın –bu da boşuna
olmayacak.”
(Oruç Aruoba, “De Ki İşte”, Metis Yayınları, 2001, s.44)
Haysiyetimiz
ve “insan” oluşumuz, bizim en sahici gücümüzdür. Bana
(bendenize) ne olursa olsun, başıma ne gelirse gelsin E V V E L’e
duyduğunuz inancı, hakikat yolundaki kalb ve vicdan duruşunuzu “gözünüz gibi” korumanızı diliyorum.
Hepinizi hakikatin gönül ateşiyle, yani “ateşli bir sabırla” selamlıyorum.
Sahicilikle…
Zafer Yalçınpınar
26 Eylül 2011 / İstanbul
|
Mücadelenin Geçmişteki Envanteri
(30 Ağustos 2011)
2006
yılından bu yana edebiyat ve sanat dünyasında oligarşik
hareketlerle, muhterislerle ve haysiyetsizlikle mücadele
ediyoruz. (Eylül 2011 ile Haziran 2012 tarihleri arasında bu
mücadele çetinleşecek…) 2006'dan bugüne kadar Yeni Sinsiyet
tipolojisine, hilebazlara, fetbazlara karşı durarak açtığımız
başlıkları, yaptığımız tartışmaları ve bazı ifşaatları aşağıda
paylaşıyorum. Biliyorum ki bu envanter size biraz karışık gelecek…
Endişelenmeyin; Eylül ayından itibaren her
şeyi teker teker, sabırla, ayrıntılarla, yaşanan olaylarla,
tanıklıklarlarla, yeni belgelerle ve özellikle de “isimler
vererek” yeniden -derinlemesine- ele alacağız.
Şimdilik, bu arşivi sadece bir hazırlık olarak düşünüp, kısaca gözden geçirmekte fayda var:
EDEBİYAT VE SANAT OLİGARŞİSİNE KARŞIYIZ!
http://evvel.org/evvel-fanzin-tum-edebiyat-kahyalarina-karsidir
LOBUTLAR:
http://evvel.org/ilgi/lobut
|
Cevap Olarak
(19 Haziran 2011)
Kuşların bana söylediğine/ilettiğine göre, Yeni Sinsiyet‘in nemalanıcıları, şiir simsarları ve edebiyat/sanat kâhyaları sağda solda vızıldamaya başlamış. Zafer Yalçınpınar‘ın
ne iğrenç bir adam olduğu yönünde “dezenformasyon”
uyguluyorlarmış, dedikodu döndürüyorlarmış. Kulaktan kulağa
fısıldaşıp, iç içe iki kaşık gibi haysiyetsizce davranarak sağa
sola beni kötülüyorlarmış, filan… Yıllardır aynı şey…
O muhterislere sözüm şudur: “Devam edin!”
Ki biz de -tarihsel bir vazife olarak- aşağıdaki şiiri bir 80 sene daha size ithaf edelim;
CEVAP
(…)
Yala bal tutan beş parmağını
____________beş çürük muz gibi,
homurdanarak dolaş besili bir domuz gibi
Meydan senin…
___________mi dersin?
Hata edersin,
bizde o göz var mı baksana!!
Ben içirmek için sana
_________kendi kara kanını
bir ateş çemberi çevirdim dört yanını,
sağa git
____yok geçit,
sola git yok,
ileri
___geri
______yok.
Kıvır kuyruk kalemini kalbine sok
bir akrep gibi intihar et…
Nâzım Hikmet |
Yeni Sinsiyet’in Seçkinlik Arayışı
(14 Ocak 2011)
Seçkinlik,
saygınlık ve bu ikisi doğrultusunda oluşan statüko arayışı, Yeni
Sinsiyet Tipolojisi’nin kendini, arzularını ve hilebaz
stratejilerini sisleyemediği, bu yönde dezenformasyon
uygulayamadığı en belirgin konulardan biridir. Yeni Sinsiyet’in
seçkinlik arayışı çoğulcu yaklaşımlarla tersleşen oligarşik bir
düzeneğin kurulumunu içerdiği için Yeni Sinsiyet’in projelendirdiği
hedef kitlesinde gecikmeli bir huzursuzluk yaratmaktadır. Yeni
Sinsiyet’in niceliksel olarak hedeflediği “biz” söylemine ve
retorik arsızlığına uymayan niteliksel bir arayış, huzursuzluğun
kök nedenidir. Bu his cehalet alanında -henüz- bütünlüklü bir
“farkındalık” boyutuna gelemediği için çoğunlukla gecikmeli
olarak duyulmakta, geçiştirilmekte ve büyük bir tepkisellik
içermemektedir.
Önünde
sonunda, hangi enstrümanları hangi amaçlarla kullanırlarsa
kullansınlar, Yeni Sinsiyet tipolojisi ve nemalanıcıları
kendilerini sağlama bağlayacakları bir ayrıcalık katmanını arzu
etmektedir, bu durum gün gibi ortadadır. Arzu edilen kalıcılık ve
müstahkem mevki bizzat statükonun tanımında vücut bulmaktadır. Ancak,
bir amaç olarak düşündüğümüzde seçkinlik, Yeni Sinsiyet’in diğer
stratejik amaçlarıyla karşılaştırıldığında gerçekleşmesi ve
projelendirmesi en zor olanıdır. Bu kapsamda aklıma hemen şu
sorular geliyor: Kalıcılığı ve sürdürülebilirliği açısından Yeni
Sinsiyet’in yeni bir seçkinlik katmanını oluşturabilmesi ya da bu
yöndeki enstrümanları kullanabilmesi için yeterli zamanı ve
liyakatı var mıdır? Konu “seçkinlik” olduğunda bir taşla iki kuş
-eşanlı olarak- kolayca vurulabilmekte midir? Seçkinler kültürel
dezenformasyon hilelerine -cehalet alanında olduğu gibi, hemencecik-
kanmakta mıdır? Seçkinlik, kendi tanımı gereği ayrıcalıklı ve farklı
odaklar, biricik uğraşılar sonucunda oluşmaz mı? Yeni
Sinsiyet’in nemalanıcıları bu odak uğraşıların içinde bulunarak
ayrıcalık arayışında göründüğünde, cehalet alanındaki huzursuzluk
artmayacak mıdır? Ayrıcalıklı uğraşılardaki “eşsiz” ve “paha
biçilemez” öğeler yani kültürel sermaye, diğer her şeyle eşanlı
olarak nasıl el değiştirilebilir?
Cehalet
alanında niceliksel hedeflere kolayca ulaşılabilir; Yeni
Sinsiyet’in birtakım hesapları, kalemleri, sayıları ortalama bir
kararlılık sergileyerek çarpıtabildiği, hileli oranlar icat
edebildiği, her konuda dezenformasyon ya da gerçeklik terörü
uygulayabildiği biliniyor. Zaten, garabet ortamının cehalet alanına
dönüşmesinin ardından bu hilebaz uygulamalar birer beceri olarak
tanımlanmaktadır. Günümüzde, Yeni Sinsiyet’in “biz” şeklinde ifade
ettiği niceliksel üstünlüğe orta şiddette bir sermaye değişimi
hareketiyle ya da cehalet alanındaki yandaş-paydaş
etkileşimlerinin hızlandırılmasıyla ulaşılabilir, ulaşılmıştır
da. Ancak seçkinlik gibi niteliksel bir amaç ortaya koymak,
böylesi bir katmanı yeniden tasarlamak için mevcut seçkin
tipolojisinin, Yeni Sinsiyet tipolojisini kabul etmesi gerekmektedir. Bu
kabulün önündeki temel engel seçkinler tarafından açıkça ortaya
konmuştur; seçkinler kendi “biricik” tipolojilerinin kimyasını
Yeni Sinsiyet gibi “bizzat tipoloji tanımıyla çelişen” bir
keşmekeşle yıpratmak istememektedir. Tıpkı Yeni Sinsiyet’in
tipoloji tanımında yer alan çelişkide görüldüğü gibi böylesi bir
içerme söz konusu olduğunda seçkin tipolojisi de kendi tanımıyla
çelişecektir. Çünkü seçkini seçkin kılan temel davranış biçimi,
bazı unsurları kendisinden ve itibar odağı olan uğraşılarından
uzak tutmaktır. Bu kapsamda düşünüldüğünde seçkinlik, bir
kayıtsızlık türüdür.
Yeni
Sinsiyet, seçkinlik arayışını yönetsel stratejileriyle ve
yönetsel enstrümanlarıyla biçimlendirmeye çalışıyordu önceleri…
Tarihin salınımına bakıldığında modernizmin ilkelerini bilmek ve
bu doğrultuyu iktisadi alana belirgin faaliyet adımlarıyla
taşımak, yatırım planları yapmak, kilometre taşları dikmek
seçkinlerin öncülüğünde icra edilen şeylerdir. Yeni Sinsiyet
nemalanıcılarının bu role kanalize olabilmesi için öncelikle ticari
konularda seçkinler ile arasında yönetsel bir dil birliğinin oluşması
gerekir. Bu dil birliğini sağlayacak yönetsel ortaklık ise Yeni
Kapitalizm’in ve türev uygulamalarının ta kendisiydi. Yeni
Sinsiyet, seçkinlere yakınsama çabalarına yeni kapitalizmin
kültürünü önceleyen bir karektere bürünerek başlamıştır. Ancak
yeni kapitalizmin değerler sisteminin güç kaybetmesiyle ve
özellikle de ilerleme prensibinin tutarsızlaşmasıyla birlikte
Yeni Sinsiyet’in ortak olmak istediği payda yıpranmış, yeni
kapitalizmin dili ve tutumları ayrıcalıklı özelliğini
yitirmiştir. Bu noktada seçkinler, uzun soluklu ve yeni bir vizyon
arayışıyla birlikte ayrıcalık unsurlarını yeniden akort etmeye
girişmişlerdir. Yeni Sinsiyet ise bu hesapsız arayışa ortak olamamıştır.
Çünkü Yeni Sinsiyet tipolojisi, cehalet alanında niceliksel
hedeflere ulaşmak için verdiği pragmatik kararlar sırasında
vizyonerliğin gerektirdiği zihinselliğin neredeyse tümünü
kaybetmiş, bir anlamda 40-50 yıllık birikimini hesapsızca
harcamıştır. Ortalama akıl, yeni bir vizyon belirlemek konusunda
işlevsizleşmiş, seçkinler ise bu durumu Yeni Sinsiyet’i dışlamak
için bir fırsat olarak görmüşler ve böylece Yeni Sinsiyet,
seçkinlere özgü vizyon arayışlarına dahil olamamıştır.
Diğer
taraftan, koleksiyonerlik, sanat ve sanatçı hamiliği, müzecilik,
vakıfçılık, eğitim, spor, teknoloji ve bilim gibi konular yıllar
boyunca seçkinlerin yatırım yaptığı, öncülük etmeye çalıştığı
“biricik” uğraşı alanlarıdır. Bu alanlar seçkinlerin
“değerlediği” bir kültürel sermayeyi belirlemektedir. Kültürel
sermayesini arttırmak için doğu ve batı kültürel değerlerinin her
ikisine birden itibar eden seçkinlerin bu konulardaki otoritesi,
erişebilirliği, uzmanlığı, kanaat önderliği ve sahiplenme gücü
Yeni Sinsiyet tipolojisinden çok daha kapsamlıdır. Böylelikle
seçkinler, bazı “eşsiz” kültürel değerlerin hamiliğini
seçkinliklerinin geleceğe uzanan bir güvencesi olarak sürekli
ellerinde bulundurmaktadır.
Peki,
seçkinlerin iktisadi vizyon arayışlarının yanı sıra elinde
tuttuğu kültürel sermayeye ya da bu konulardaki kanaat
önderliğine müdahil olamayan, hatta bu konulardaki arayışlarının
başarısızlıkla sonuçlandığını söyleyebileceğimiz Yeni Sinsiyet,
durumu değiştirmek için ne yapacaktır, nasıl bir taktiği
benimseyecektir?
Bu önemli sorunun cevabı -aynı zamanda- yazımızın da son tümcesi olsun:
Seçkinlerin kültürel sermayesini işlevsiz kılacak “Kültür
Endüstrileri”ni olabildiğince hızlı bir şekilde yüceltmeye ve
yaygınlaştırmaya çalışmak…
Zafer Yalçınpınar
14 Ocak 2011 |
Yeni Sinsiyet Tipolojisi’nin “Biz” Söylemi ve Retorik Arsızlığı
(22 Eylül 2010)
Yeni
Sinsiyet olarak kavramlaşan tavrın projelendirdiği birliktelik
görüngüsü, hayret verici bir biçimde “tipoloji” tanımıyla
çelişmektedir. “Yeni Sinsiyet ve Bazı Enstrümanları”
adlı yazımda bu durumdan kısaca bahsetmiştim. Şu an okumakta
olduğunuz yazıda ise söz konusu “kök çelişki”nin ya da “kök
yanılsama”nın salınımlarından, Yeni Sinsiyet’in sentetik
yüzlerinden ve haysiyetsizlikle çoğalan, yaygınlaşan “biz” söyleminden bahsetmeye çalışacağım.
Yeni
Sinsiyet’in çeşitli enstrümanlarını kullanarak “cehalet
alanı”nda icra ettiği girişimler ve bu enstrümanların işlediği
çürük değer yargılarıyla ateşlenen yandaş-paydaş etkileşimleri,
söz konusu alanın bir ortama dönüşüm sürecini tamamlamıştır.
“Cehalet ortamı” şeklinde ifade ettiğimiz bu oluşumun
tamamlanmasının hemen ardından -kendi tanımıyla çelişen- yeni bir
tipolojinin çerçevelenmesi de kaçınılmazdı.
Yeni
Sinsiyet’in oluşturduğu -şimdilerde belirgin bir şekilde
niceliksel geçerlik kazanmaya başlayan- tipolojiyi
incelediğimizde söz konusu birliktelik biçiminin zihinsellik
boyutunun olmadığını görürüz. Ortamdaki tüm etkileşimler cehalet ve
türevi tözsüz söylemlerle yapay bir şekilde hızlandırılmıştır.
Bu nedenle Yeni Sinsiyet’in uygulayıcılarının ağzına dolanan “biz” söyleminin niteliksel bir derinliğinin olmadığı aşikârdır. Yeni Sinsiyet tipolojisinin “biz”
söylemi -her şeyden önce- liyakata dayalı değildir. “Kifayetsiz
bir muhteris” olmak, Yeni Sinsiyet’in aradığı, cehalet ortamına
katabileceği en elverişli ve yaygın karakter olumsuzluğudur,
kullanım potansiyelidir. Kifayetsiz muhteris, yıllar öncesinden
başlayan bir deneyim aktarımı ya da analitik çıkarım, süreç,
emek, odaklanma, zanaat, haysiyet ya da uzgörü gibi değerleri
umursamaz. Ancak tüm bu değerlere -üstelik de eşanlı olarak-
sahipmiş gibi bir aşırı özgüven telkiniyle kendini sürekli
besler. (Bkz: Dunning-Kruger Etkisi)
Kifayetsiz muhteris tipolojisinin özgüveninin temel dayanakları
cehalet ortamının niceliksel büyüklüğü ve özdeğerlendirme
yeteneksizliğidir.
Cehalet
ortamında -ortamın kuruluşu gereği- “liyakat” söylemlerine güven
yoktur. Çünkü Yeni Sinsiyet’in uygulayıcıları için kullanım
değeri olmayan bir şeydir liyakat; cehalet ortamında şüphe
uyandıran, kişilerin kafasını karıştıran bir temayüz ya da
ayrımcılık gibi tanıtılmış ve önemsizleştirilmiştir. Cehalet ortamının
“biz”
söylemlerinin hiçbirinde liyakat olgusuna yönelik atıflar bulamazsınız;
Yeni Sinsiyet’in temel yaklaşımı bir konunun tözünü gizlemekle
ya da geçiştirmekle ilgili olduğundan cehalet ortamındaki
çeşitlemelerde, bir konunun tözüne ulaşmaya çalışan liyakat
söylemleri geçersiz ve işlevsiz sayılmaktadır. Yeni Sinsiyet’in
retoriği ve dolaşımı -tam da kifayetsiz muhterislerin arzu ettiği
gibi- cehalet ortamında yer alanların birbirini ve birbirinin
yetkelerini “değer” ya da “kazanım” olarak görmemesi yönünde bir
imkân da verir. Bu imkân, cehalet ortamındaki özdeğerlendirme
eksikliğini kümülatif olarak arttırmakta ve yanılgıları sürekli
kılmaktadır. Yeni Sinsiyet’e göre liyakat, boşunadır ve bulandırıcıdır;
cehalet ortamındaki ütüyü bozar.
Yeni
Kapitalizm’in meritokrasi anlayışı da böyledir. Tıpkı “tipoloji”
tanımındaki çelişkide olduğu gibi, modern meritokrasi kapsamında
da tuhaf bir şekilde “liyakat” yoktur. Modern meritokrasinin
ilgilendiği tek şey, farklı nedenlerle, farklı zamanlarda, farklı
disiplinlerden farklı söylemleri yapay bağlamlar aracılığıyla
birleştiren arsız bir retoriği oluşturabilme becerisidir. Bu
retorik sarmaşığı, arkaplanında şu tümceyi imler; “Bizimle işbirliği yapın… İşbirliği yapın ki biz niceliksel olarak daha da güçlenelim. Bizi, beraberce büyütelim.” Yeni Sinsiyet’in fetbazlarının “biz”
söylemindeki arkaplanı bir katman kadar daha tercüme edip boyayı
kazımaya devam edersek; “Yeni garabet alanlarının oluşması ve
ardından yeni cehalet alanlarının mevcut cehalet ortamına
eklenlenmesi” ezberiyle karşılaşırız. Günümüzün meritokrasisi
“işbirliği yapabilmek potansiyeli” ve “ikna edilebilirlik”
üzerine kuruludur.
Tekrarlamamız gerekiyor: Yeni Sinsiyet’in “biz”
dediği şey, ön-kabulleri açısından niteliksel değildir; öyle
olsaydı, tarihte, tüm tarihimizde “cehalet” denen şeyi bir
liyakat olarak kabul etmek zorunda kalırdık ki Yeni Sinsiyet’in
fetbazlarının arzu ettiği, dayatmaya çalıştığı tipolojik
çelişkilerden biri de budur. Yeni Sinsiyet’in “biz” dediği şey niceliksel bir söylemdir: Nemalanıcılarının zihninde, cehalet ortamını yüksek bir “biz”
niceliğine ulaştırmayı amaçlar. Bu nedenledir ki yapısal
incelemeler de, araştırmalar da, yüksek sesli mücadeleler de,
kitaplar da, yazılar da, kuramlar da, tarihsel gerçekler de Yeni
Sinsiyet’in cehalet ortamının “olmayan” niteliğini yıpratamaz.
Yeni
Sinsiyet’in değişken söylem yapısı çelişkileri arttırarak
sentetik bir ön-kabul çeşitliliğine, parçalanmasına yol
açmaktadır. Bilgiler, rakamlar, olaylar, aktarımlar ya da
alıntılar yapay bağlamlarla -ve bağlaçlarla- kullanıldığında
sürekli olarak gerçek öncül önermelerinden, nedensellik
ilkesinden, tarihsel arkaplanından, mantık silsilesinden kopmaktadır.
Kuramların semantik ve kavramsal bütünlüğü de sürekli olarak
parçalanmaktadır; sessiz yığınlara aktarılan ve dolaşıma sokulan
bilgiler sürekli konum değiştiren birer lego parçasına, farklı
bağlamlarda kullanılan birer enstrümana dönüşmüştür. Bu noktada
gerçeklik de legolaştırılmıştır. Söz konusu deformasyon, bilginin
ve tarihin göreceli olmayan taraflarını, nedensellik
silsilesini, bir bilgiyi öncülleri ve ardıllarıyla birlikte doğru
kavramanın, “anlam” denen şeye ulaşmanın önemini -yani bilgiyi
bilgi yapan öğeleri- de yıpratır. Legolaşmış ve fragmanlanmış
bilgiler farklı formlarda aynı “retorik arsızlığı”na hizmet eder.
Yeni Sinsiyet’in fetbazlarının o önlenemez retorik arsızlığına…
Retorik
arsızlığının bünyesinde pragmatik itkiler, muhteris
tipolojisinin niceliksel yaygınlığı, kolaycılık, hilebazlık,
özdeğerlendirme eksikliği, liyakatsizlik ve kifayetsizlik
perçinlenmektedir. Yeni Sinsiyet’in “biz”
söylemi; tözün gizlenmesi, bulanıklaştırılması ve gerçek
öncüllerinden koparak legolaşmış söylemlerin yarattığı bir
“çelişkiler trafiği” üzerine kurulmuştur. Bu trafik, Yeni
Sinsiyet’in nemalanıcıları açısından çok önemlidir: Cehalet
ortamında geçerli olan retorik arsızlığı ile çelişkilerin
akışkanlaşması, kabul görmesi, yargıya dönüşmesi, fark
edilmemesi, çelişkilere “sessiz” kalınması devasa bir toplumsal
unutkanlığı bir etkileşim olarak tekrar tekrar pekiştirir.
Unutkanlık, unutkanlık doğurur ve tözden uzaklaşma yolunda devam
eder: Fetbazlığın işlerliği güç kazanmaktadır.
Sonuçta, Yeni Sinsiyet’in fetbazları tarafından “biz”
diye ifade edilen şey, cehalet ortamının unutkanlıktan,
tözsüzlükten, çelişkilerden oluşan, akışkanlaşan ve salınan
görünmez bir tel örgüyle -retorik arsızlığıyla- çevrilmiş
halidir. Tüm yazı boyunca işaret etmeye çalıştığım bu tel örgünün
içinde yer almamak -tarihsel açıdan düşünüldüğünde- bir insanlık
onuru meselesidir.
İnsanlığınıza sahip çıkın!
22 Eylül 2010
Zafer Yalçınpınar |
Yeni Sinsiyet ve Bazı Enstrümanları
(2 Nisan 2010)
Haklılığın
inadıyla -onca yükle- ayağa kalkmak ve ardından yüksek sesle
“Kahrolsun yeni sinsiyet!” diye ölümüne bağırmak, böylesine
“sahici” bir tümcenin gene aynı oranda sahici olan bir öfke
duygusuyla ağızdan kaçışı, daha doğrusu ağızda duramayışı, bu
çeşit kontrolsüz çıkışlar kolayca tırnak içine alınabilir,
başkaları tarafından mimlenip dikkat çekebilir. Ancak, “Yeni Sinsiyet”
dediğim ve çevrimsel olarak hayatın her alanında maruz kaldığımız,
etimizde kanımızda hissettiğimiz kitlesel sömürü kurnazlığı ve
bunun sonucunda oluşan, kendimizi çaresizce içerisinde
bulduğumuz şu “cehalet ortamı”nı yapısal yöntemlerle incelemeye
çalıştığımızda, işimizin kolay olmadığını fark ederiz. Zaten,
yeni sinsiyetin uygulayıcıları ve nemalanıcıları da böylesi
yöntemli bir çalışmayı yapacak sabırda, inatta ve cesarette
insanlar bulunmadığını verili bir değer(!) olarak kabul edip yeni
sinsiyeti ve enstrümanlarını uygulamaya dört bin -evet, en az
dört bin- koldan sarılırlar, devam ederler. Çünkü yaşam yeni sinsiyetin
gözünde kimsenin çözemeyeceği karmaşık bir oyundur, herkes her
şeyden haberdar olamaz, bir şeylerden az çok, üç aşağı beş yukarı
haberdar olanlar ise sonradan dolaşıma sürülecek dezenformasyon
uygulamaları nedeniyle şüphe ve çelişki içinde bırakılmışlardır,
her yerde bilgi kirliliği, bulanıklık, bağlamsızlık vardır ve
zaten bizim coğrafyamızda da “kim kime dum duma” görüşü hakimdir.
Dün, toplum denen “virtüel” şey, “A” diyerek, çoğunlukla kabul
ettiği bir olguyu bugün, birden bire ve yine çoğunlukla “Z”
diyerek reddedebilir. Çünkü toplumsal belleğimizin,
ilişkilendirmelerimizin, nedensellik eşiğimizin ve çelişkisiz davranış
sınırımızın zaman serisi ortalaması -bu konudaki sosyal
araştırmalara göre- en fazla 25 gündür. (Toplasan bölsen çarpsan,
işte bu kadardır.) Tüm bu toplumsal unutkanlık, “yeni
sinsiyet”in önündeki alanın genişlemesine ve bu yazıdaki
hikâyenin de uzamasına yol açmıştır.
Finali
“melanet ortamı”na uzanabilecek kadar tehlikeli ve uzun olan
hikâyemiz, öncelikle bir “garabet ortamı”nın oluşmasıyla ya da
oluşmuş bir garabet ortamının “yeni sinsiyet” aktörleri
tarafından tespit edilmesiyle başlar. Garabet ortamı, yeni
sinsiyetin nemalanıcılarını “Boşver sen… biz dalgamıza, numaramıza,
tezgâhımıza, cukkamıza bakalım!” diyen aymazlığın ve hilebazlığın
geniş konfor alanına teslim eder, bırakır. Bu süreçte yeni sinsiyet
aktörleri, endüstriyel girişim uygarlığının ve kapitalizmin daha
zararsız gördüğü -hatta meşrulaştırdığı- “fırsatçılık” maskesini
takınmışlardır. Ancak, yeni sinsiyetin yayılmacılık potansiyeli,
kısa sürede bulunduğu konfor alanından taşar ve bir üst seviyede
daha da kalabalıklaşan, kitlelerle buluşan ya da kitlelere
bulaşan çok büyük bir kaplayıcı alana dönüşür. “Sessiz
yığınlar”ın oluşturduğu bu kaplayıcı alanı “liyakatsizlik veya
cehalet alanı” olarak adlandırabiliriz.
Zaman
içerisinde “liyakatsizlik ve cehalet” alanının kapsamı, hem
projelendirme hem de uygulama olarak genişler, böylece alandaki
unsurlar arasında oluşan etkileşimler de eşanlı olarak artmıştır.
Yeni sinsiyet aktörleri kendileri gibi kifayetsiz muhterisleri
yanlarına katarak (hem yandaşlaştırarak, hem de paydaşlaştırarak)
cehalet alanının dehlizlerini -o sessizliği- sabah akşam
dolaşmaktadır. Etkileşimler bu alanın içindeki geçişkenliğin hızla ve
basitçe artmasını ve alanda birer makine gibi işleyen sinsiyet
enstrümanlarının çeşitlenmesini sağlamış, sonunda, alanın bir “ortam”
haline dönüşmesine neden olmuştur. Cehalet alanının yerini
cehalet ortamına bırakmasıyla birlikte sözkonusu ortamın içinde
bulunan tüm unsurlar geçerli sayılabilecek derecede bir eşgüdümle
davranmaya, birbirleriyle iletişmeye, paydaşlaşmaya, çeşitli
konuları, gündemleri tartışmaya, bu tartışmalar sonucunda çürük
çarık, tözsüz değer yargıları oluşturmaya başlarlar. Çürük çarık
değerler üzerinden kararlar alınmaktadır. Bu türden etkinlikler
ve sembolik kararlılıklar sayesinde de zamanla, o sessiz
yığınlar, bazı benzerlikleri içselleştirirler. Artık, yeni
sinsiyetin nemalanıcıları, açıkça, kendilerine “biz” demeye
başlamıştır. Yani başlangıçta küçük bir kıvılcım olan “yöntemli
kötülük”, şimdi, sessiz yığınların sessizliğini kullanarak çürük
çarık ve tözsüz değer yargılarından oluşmuş ilkesiz bir “cehalet
tipolojisi”ni oluşturmuş ve cehalet ortamının sınırsızlaşması
yolunda çok önemli roller, kararlar üstlenmiştir. Sonuçta,
garabet ortamından faydalanan “kötücül”ler önce sessiz yığınların
cehalet alanını keşfetmişler, sonra da “cehalet ortamı”nı ve
“cehalet tipolojisi”ni yaratabilmişlerdir.
Cehalet
ortamında oluşan tipoloji çok önemlidir. Çünkü, hayret verici
bir biçimde, “tipoloji” tanımıyla çelişen “karakter aşınması,
ilkesizlik ve döneklik” gibi olumsuzluklar, kişilik bozuklukları
ya da işte sistematik hatalar, birden bire, kalabalıkların
eklemlendiği bir “görüngü” haline gelmiştir ve tipolojik olarak
geçerlik kazanmıştır. Cehalet tipolojisinin oluşmasında kullanılan
bazı yöntemler ve cehalet alanının ortama dönüşüm aşamasındaki
çeşitlemeler, cehalet ve liyakatsizlik ortamının geribesleme
mekanizmasında da son derece etkindir. Örneğin, cehalet alanı kendi
dilsel benzeşimlerini yaratmıştır ve bu benzeşimlerin ürettiği bir
“sinsiyet retoriği”ni, cehalet ortamında ve ortamın genişlemesinde
yöntemli bir şekilde kullanmaktadır. Bu sinsiyet retoriği, yeni
sinsiyetin nemalanıcıları tarafından dilsel bir üstünlük, hayatı
kavramak veya gerçekleri işaret etmek yolunda kullanılan bir
beceriymiş gibi sunulmaktadır. Sinsiyetin dilsel açıdan birincil
aracı olan retorik, “sahici bir töz” sunmayarak insanların duygu
ve düşüncelerini ele geçirmenin biçimsel hilesidir. Çoğunlukla,
ezbere, ezber müfredatıyla birlikte ve mekanik şemalar
yönergesinde kullanılır. Organik değildir.
Yeni
sinsiyet ihtiva eden söylemlerde baskın bir “retorik
arsızlığı”yla ve karakter aşınmasıyla karşılaşırsınız. Retorik
arsızlığı, liyakatsizliğin ve cehalet tipolojisinin herhangi bir
konuyu işlerken konunun ağırlık merkezine, mihenk taşına veya
tözüne nüfuz etmeyerek ya da benzeri bir aydınlanmadan özellikle
kaçınarak oluşturduğu “aşırı” biçimsel süslemelerdir. Konunun
tözü, kök nedeni her zaman “retorik arsızlığı” tarafından çerçevelenir,
kuşatılır ve yeni sinsiyetin bekası için “töz” her zaman örtülü
kalmalıdır; konu, kendi tözünden, orjininden kaydırılmalı ve kök
nedenler kitlelerden retorik süsleri aracılığıyla
uzaklaştırılmalıdır. Yeni sinsiyet uygulayıcılarına göre, tözün
tarih içerisinde izlediği nedensellik silsilesi ve bu
nedenselliğe ilişkin temellendirmeler de gizlenmelidir. Yeni
sinsiyetin retorik arsızlığı, yapay bağlamları ve yapay
bağlaçları kullanarak tözü, sahici ve tarihsel nedensellik
ilişkilerinden kaçırmaya çalışmaktadır. Kavramların yanlış bağlamlarla
ve istatistiklerle kullanımı, yanlış sorunun doğru cevabının
olmayışı, ezbere salınımlar ve tüm bu “yapaylık”lar tözün üstünü
örtmektedir. Bu durum yanlış bir hayatın doğru yaşanamaması
demektir. Retorik arsızlığının temel uğraşı, tözün bin kat eğreti
sözle giydirilmesidir. Böylelikle hem tözün sahiciliği
belirsizleştirilir hem de anlam kaymalarıyla sessiz yığınlar
kandırılır: Töz, retorik arsızlığıyla birlikte hileli bir
rastlantısallığa, görüngüye ve örtüye teslim edilir.
Yeni
sinsiyetin arsızlığına ve aymazlığına yakışır derecede yaygın
olarak kullanılan bir başka enstrüman da “Sessizlik Suikasti” ya
da “Sessizlik Baskısı”dır. Marx’ın dile getirdiği bu kavramın
işlevleri, sinsiyet zihniyetini eskisinden çok daha yüksek
nemalara ulaştırmaktadır. Statüko karşıtı olduğunu iddia eden
-aslında statüko karşıtlığını da bir enstrüman olarak kullanan-
yeni sinsiyet, tüm sessizlik biçimlerini cehalet alanının genişlemesi
yolunda kullanmaktadır. (Aynı yöntemin çeşitlemelerinden kapitalist
satış tekniklerinde de sıkça söz edilir.)
Liyakat
sahibi birinin yarattığı, üzerinde çabaladığı ve emek verdiği
nihai çıkarımlar, analizler ya da yapıtlar, sessizlik yoluyla
hasıraltı edilmekte, sahiciliğin ve tözün üzeri bir kez daha
örtülmeye, örtbas edilmeye çalışılmaktadır. Bu yöntemle töz ile
tözsüzlüğün kıyaslanması da engellenir. Herkes bilir ki bir şey
hakkında susmak, bilgisizliği ve liyakatsizliği örtmenin en risksiz
yoludur. Ayrıca, günümüzde, sessizlik suikastinin “sessiz yığınlar”la
iletişmenin bir biçimi gibi kullanıldığında fayda sağladığını
iddia eden aydınlar(!) bile yaratılmıştır. Fakat gerçekte,
sessizlik suikasti denen şey yaygın bir pusuculuk biçimidir ve
yeni sinsiyetin en etkili “adam harcama” silahlarından biridir.
Sessizlik
suikastinin tersi ya da diğer ucu sayabileceğimiz “İnsan
Yemleme” enstrümanı ise kapitalizmin ödüllendirme sistematiğiyle
birlikte çalışır. Buradaki ölçüsüzlük ve örtüşmezlik, sessizlik
suikastındaki yok sayma stratejisinin tersidir. Liyakat sahibi
olmayan birinin ödüllendirilmesi -aslında statükoyla, ödülle
yemlenmesi- yersiz bir biçimde yüceltilmeye çalışılması, cehalet
alanının genişletilmesi ya da cehalet ortamındaki etkinlik ile
cehalet türevlerinin yaygınlaştırılması söz konusudur. Bu yöntem
de tözün örtbas edilmesine, kitlelerin düşüncelerinin tözsüz ve
bağlamsız bırakılmasına neden olur. Kitleler cehalet kökenli bir “İkbal
Avcılığı”na bürünecek ve tözün değil de yemlerin peşinde
koşacaktır. Ayrıca aşırı ödüllendirme ya da insan yemleme
yöntemi ödül verilen mevcut “liyakat alanı”nın geçerliğinin ve
itibarının aşınmasına da yol açar. Bu da yeni sinsiyetin başka
bir numarasıdır, arzusudur; liyakat alanının yerini cehalet
alanına bırakması…
Sonuç
olarak, yeni sinsiyet ve türev enstrümanları binbir koldan
çeşitlenmektedir ve hikâyemiz “liyakatin, sahiciliğin ve tözün
örtbas edilmesi” bağlamında uzayıp gider… Yeni sinsiyetin
amaçladığı “melanet ortamı”na ulaşmaması için, “kötülüğe karşı
haklılığın inadı”nı yüklenmek gerekiyor. Her seferinde “Kahrolsun
yeni sinsiyet!” diye çıkışarak, varoluşumuzdaki sahiciliği ve tözü,
gözümüz gibi korumamız gerekiyor. Çünkü tözümüzü ve onun
sahiciliğini korumak, “insancıl” olmak demektir ve yeni
sinsiyetin beslendiği tüm haysiyetsizliklere karşı çıkmanın da en
doğal yolu budur.
Zafer Yalçınpınar
2 Nisan 2010 |